Tarihte yapılan bazı bilimsel deneyler var ki, uygulandıkları sırada tasarlandıkları amaçlarından sapıp korkunç sonuçlara yol açtı. Bu sosyal psikoloji deneylerine katılan denekler de yaşamları boyunca o birkaç günün kendilerinde bıraktığı hasarı taşıdılar. Bazılarının kabusa dönen hayatı intiharla son buldu, bazılarının konuşma yetisi bir daha düzelmemecesine bozuldu. Bunların en trajiklerinden biri de 8 aylıkken sünnet edildiği sırada penisi zarar gören bir erkek çocuğuydu. Başvurdukları doktor teorisini kanıtlamak için onu bir denek olarak kullanmış ve cinsiyetini değiştirmişti. Ve ne David Reimer'ın ne de ailesinin hayatı bir daha hiç normale dönmedi. İşte amacından sapan o bilimsel deneyler..

"CANAVAR" ÇALIŞMASI (1939) Kendisi de kekemelikten mustarip Iowa Üniversitesi'nden Wendell Johnson'un tasarladığı araştırma, 1939'da 5 -15 yaş arasındaki 22 yetiştirme yurdu öğrencisiyle gerçekleştirildi. 10'u kekeleyen, 22 öksüz ve yetim çocuğun kontrol ve deney grupları olarak ikiye ayrıldığı çalışmada, gruplara diksiyon dersleri verildi.

Deneyde, bir gruba, verilen sözcükleri doğru telaffuzlarında pozitif davranışlar gösterilirken, diğer gruba hata yaptığında dayak atıldı ve kekemelikleri yüzüne vuruldu. 6 aylık çalışma korkunç bir manzara ortaya çıkardı. Yanlış telaffuzlarında kötü davranılan çocuklardan sadece kekeme olanlar değil, normal olanlar da hayatları boyunca konuşma güçlüğü çekti.

DAVİD REİMER VAKASI (1966) Bu deney, bir bilim insanının hatasının ya da hırsının hastayı ya da deneği nerelere sürükleyebileceğini göstermesi açısından önemliydi. Deney, on iki yıl kadar sürdü, psikoloji sınırlarını aştı ve çeşitli ameliyatları ve hormon tedavilerini de içerdi.

22 Ağustos 1965'te Kanada'da ikiz kardeşi Brian Reimer ile birlikte Dünya'ya gelen David Reimer adındaki erkek çocuk, 8 aylıkken ailesi tarafından sünnet ettirilmek istenmiş, sünnet sırasında kazara penisi yanmış ve hasar görmüştü. Profesyonel destek almak isteyen aile Baltimore'daki John Hopkins Hastanesi'ne, televizyondaki bir programda cinsiyet konuları tartışılırken tanıdıkları ve gayet de bilgili gördükleri Psikolog John Money'e başvurdu.

Psikolog John Money durumu dinledikten ve inceledikten sonra aileyi bebeğin cinsiyetini değiştirmek üzere yönlendirdi ve bu seçeneğin kesinlikle daha iyi olacağını söyledi. Ancak John Money, cinsiyetin doğuştan gelmediği ve öğrenilmiş olduğuna yönelik bir teorinin taraftarı olduğunu ve bir ikiz kardeşi de bulunduğu için aynı zamanda kontrollü deney olanağı sağlayacak olan David Reimer'ı bu teoriyi ispatlamak adına denek olarak kullanmak istediğini itiraf etti.

David'in testisleri 22 aylıkken orşidektomi operasyonuyla alındı ancak henüz yapay bir vajina tesis edilmedi. Ona yeni bir isim verildi: Brenda. Vakaya epey vakit ayıran Money, sosyal öğrenme yoluyla cinsiyetin sağlıklı bir şekilde değiştirilebilmesini garanti altına almak için enteresan uygulamalarda da bulundu.

Çocuklukta gerçekleşen seks provalarının cinsiyetin edinilmesinde önemli rolü olduğunu düşünen Money, kardeşleri cinsiyetlerine göre çeşitli cinsel pozisyonlara soktu, hatta bir kısmını fotoğrafladı. Bir başka uygulamada da ikisini de soyarak birbirlerinin cinsel organ farklılıklarını incelemelerini istedi.

Bir süre için gerçekten de şirin, küçük bir kız çocuğu gibi davranan Brenda (David) ve kardeşi için durum sütlimanken zamanla durum değişti. Göğüslerinin gelişmesi için verilen östrojen işe yaramadı, kendisine bir kız çocuğuymuş gibi davranılmasına rağmen Brenda kendisini bir kız çocuğu gibi hissetmedi.

22 aylıkken gerçekleşen operasyondan ergenlik çağına kadar karın bölgesinde tesis edilmiş bir delik aracılığıyla idrarını yapan Brenda, tekrar Baltimore'a götürülürse intihar edeceğini beyan edince ona yapay bir vajina tesis edilmesini isteyen Dr. Money ile ilişkiler kesildi. 13 yaşında iken, endokrinoloğu ve psikiyatristinin tavsiyesiyle birlikte, aile Brenda'ya gerçekleri açıkladı.

Brenda, tekrar David adını aldı, bir süre sonra da ameliyatla süreç tersine çevrildi. Ayrıca 1990'da Jane Fontain ile evlendi, onun üç çocuğuna babalık yaptı.

Money'nin terapi uygulamalarından kaynaklanıp kaynaklanmadığı bilinmiyor ancak şizofreni hastası olan kardeşi Brian, 2002'de aşırı dozda şizofreni ilacı alarak öldü. Ağabeyinin acısını yaşayan David, 2 Mayıs 2004'te bir de karısı Jane'in kendisinden boşanmak istediğini öğrendi. 5 Mayıs 2004'te henüz 38 yaşındayken kendi kafasına kurşun sıkarak intihar etti.

ÜÇÜNCÜ DALGA (1967) Üçüncü Dalga deneyi, California, Palo Alto'da bulunan Cubberley Lisesi'nde, tarih dersi kapsamında gerçekleştirildi. "Nazi Almanyası" konusu kapsamında gerçekleştirilen uygulamanın amacı demokratik toplumların dahi faşizme meyilli olduklarını anlatmayı amaçlıyordu. Deneyin sahibi, tarih öğretmeni Ron Jones bir bakıma bunu kanıtladı.

Jones ilk gün bir kaç basit kural getirdi: Ders zili çalmasıyla birlikte öğrenciler 30 saniyede yerlerini alacak, söz almadan ve ayağa kalkmadan konuşmayacak, söz alırsa söyleyecekleri üç beş kelimeyi geçmeyecek ve her cümlelerinin sonunu "Bay Jones" diye bitireceklerdi.

İkinci gün Jones mevcut sınıfın özel olduğunu belirtmiş, diğerlerinden ayırmış ve disiplinin sağlanmasından sorumlu kılmıştı. Onlara "Üçüncü Dalga" adını veren Jones, bir okyanusun en güçlü dalgasının üçüncü dalga olduğu gibi sahte bir efsane uydurarak ismi anlamlandırdı. Bu gruba Nazi selamını öğreten Jones, bu grup öğrencilerinin sadece sınıfta değil, dışarıda dahi birbirlerini bu şekilde selamlamalarını emretmiştir. Öğrenciler bu kurala istisnasız uydu.

Tarih öğretmeni Jones'un talimatıyla üçüncü günden itibaren "Üçüncü Dalga" üyeleri birbirlerini nazi selamı ile selamlamaya başladı. Üçüncü gün Jones deneyin kapsamını büyüterek okula yaydı. Gün başında 30 öğrencilik sınıf, 13 katılımcıyla beraber 43'e yükseldi. Öğrencilerin hepsi derslerine hevesle sarılmaya başladı, katılımlarında artış oldu. Ron Jones'un konuyla ilgili kendisinin kaleme aldığı makalede belirttiğine göre, kimi öğrenciler "İlk defa adam akıllı bir şeyler öğrendiklerini" beyan etti ve hatta "Bay Jones, niçin diğer konuları da bize böyle öğretmiyorsunuz?" şeklinde sitem etti.

Kendilerine bir üye kartı düzenleyen öğrenciler, bir de logo tasarlayarak kurumsallaştı ve grup üyesi olmayan öğrencileri sınıfa sokmadı. Yeni üye bulma koşul ve kurallarının da belirlendiği üçüncü günün sonunda toplam katılımcı sayısı 200'ü buldu. Gün içerisinde bazı grup üyeleri diğer grup üyelerini kurallara uymadıkları gerekçesiyle jurnallemeye başladı.

Dördüncü gün Jones, öğrencilerin projeye haddinden fazla dahil olduklarını, disiplin kurallarına görülmemiş bir liyakatle bağlandıklarını farkedince, olayların kontrolden çıkacağını sezerek deneyi durdurdu. Ancak bunu yaparken, bu hareketin ulusal bir hareket olduğunu, ertesi gün, yani cuma günü başbakanlıktan bir açıklama yapılacağını belirterek yaptı. Ertesi gün vaat ettiği gibi sınıfa bir televizyon getiren Jones, bir kaç dakika karıncalı ekran izlettikten sonra gerçeği açıkladı. Bunun, Nazi Rejimi dersi kapsamında faşizmi anlatmak için yaptığını belirtti, hemen ardından bir Nazi belgeseli izleterek amacını doğruladı.

Çocukların olayı velilerine söylemesinden sonra gerçekleşenler ilginçti: Bir haham, velilerin kaygılarını iletmek için Jones'u aradı. Jones amacını anlattıktan sonra haham velilerin kaygılarını giderme sözü verdi, hatta deneyin bir parçası oldu.

En nihayetinde deney sonlandı ve deneyin okul yönetimince duyulmasından sonra Jones çalıştığı okuldan kovuldu ama kovulma gerekçesinin bu deney olduğu resmi olarak belirtilmedi. Ron Jones'un Üçüncü Dalga deneyi, 2008 yılında Alman yapımı "Die Welle" adlı filmde işlenerek beyaz perdeye aktarıldı.

MİLGRAM DENEYİ (1963) 1963'te Yale Üniversitesi'nde Stanley Milgram'ın tasarladığı deney, insanların belli bir rol altında anonimleşerek kendi kimliklerinden sıyrılacağını ortaya koymayı amaçlıyordu. 20 ila 50 yaş arasındaki erkek denekler, "öğretici" ve "öğrenci" olarak iki gruba bölünecekti. Gerçekteyse deneklerin tümü öğretici rolünü oynayacaklar, öğrenciyi ise iyi rol yapan bir işbirlikçi yerine getirecekti. Öğreticiler, bir test uygulayacakları öğrenci her yanlış yaptığında vücuduna artan bir voltajda elektrik vereceklerdi. Aslında elektrik verdiklerini sanacaklardı. Bir fikir edinsinler diye onların vücutlarına da 45 voltluk elektro şok verildi.

Elektro şok verilen denek, voltaj artırıldıktan sonra öğreticiden kendisini ayıran duvarı yumrukluyordu. Deneyin sürümlerinden birinde öğretici rolündeki deneğe, öğrenci rolündeki deneğin kalp rahatsızlığı olduğunun söylenmesini de içeriyordu. Bu deneyde öğrenci denek birkaç defa duvarı yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra artık sorulara cevap vermeyip şikayette bulunuyordu.

Denek bu dört uyarıdan sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu. Tersi durumda ise deney ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere art arda uyguladıktan sonra durduruluyordu. Deneklerden yarısı 450 volta kadar çıktı ve öğrenciyi öldürmeyi, öldürmese bile ona çok büyük acılar yaşatmayı göze aldı.

ZİMBARDO HAPİSHANE DENEYİ (1971) Zimbardo deneyi, beyaz perdeye de farklı şekillerde yansımış olan bir deneyi konu alıyor. 1971 yılında Stanford Üniversitesi ve ABD Deniz Kuvvetleri ile ortaklaşa gerçekleştirilen bu deney, hiçbir psikolojik sorunu bulunmayan sıradan insanların bir deney için hapishane ortamına sokulmaları ve gardiyan ve mahkum olarak ikiye bölünmeleri sonrasında neler olduğunu inceledi. Asıl amaç kişilerin sosyal rollerine nasıl ve ne kadar kolay uyum sağladıklarını gözlemleyebilmekti ancak çok başka sonuçlar doğurdu.

Stanford Üniversitesi'ne ait bir binanın altında kurulan hapishane benzeri odalarda gerçekleştirilen deneyde, mahkûmlar daha ilk günden edilgen, gardiyanlar ise daha ilk günden agresif olmak üzere, rollerine çok çabuk bir şekilde uyum sağladı. İkinci günden itibaren deney öngörülenden daha fazla duygusal şiddet barındırmaya başladı ve iki hafta olarak planlanan deney 6. gününde mecburen sona erdirildi.

Zimbardo deneyi öngörülen sınırların dışına çıkıp deneklerine tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Mahkûmların ikisi daha deneyin başında zorunlu olarak deneyden ayrıldı. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri "gerçek" sadistik eğilim sergilemekten yargılandı. Konuyla ilgili müdahalede bulunulmamasından dolayı eleştirilen Philip Zimbardo, bir gözlemci bulunması halinde deneyin gerçek sonuçlar vermeyeceğini düşünüldüğünden gözlemci bulundurulmadığını ve müdahalede bulunulmadığını belirtti.

Editör Hakkında