.. Hüseyin Çavuş dört yıl Yemen çöllerinde savaşıp, binbir eziyet ve işkenceden kurtularak vatan topraklarına dönmüştü.

Aylar süren yolculuktan sonra geldiği memleketinde babasının ağzından duymak istemediklerini duyma korkusuyla aklındakini soramıyordu. O sormadan babası söyledi,

“Çocukların büyüdü. Sağ salim yolunu gözlerler. Bakalım seni tanıyabilecekler mi?”

Hüseyin Çavuş’un yüreğine serin bir su serpildi. Rahatladı. Bir kez daha sarıldı babasına. Ardından;

“Ya Gülizar?, diye sordu. Gülizar nasıl, o da iyi mi?”

Babası başını öne eğdi, boğazında bir şey düğümlenmiş gibi konuştu. Sesi güçlükle çıkıyordu..

“O da iyi.. Yalnız..!”

Hüseyin Çavuş meraklandı. Eşinin başına bir şey gelmiş olmasından korktu.

“Yalnız ne baba, ne oldu Gülizar’a?, söylesene”, dedi..

Babası, oğlunun gözlerine bakamıyordu, daha doğrusu bakacak cesareti kendinde bulamıyordu..

“Dedim ya oğlum, senden uzun süre haber alamayınca hepimiz ümidi kestik. Annen, eşin devamlı gözleri kapıda, yolunu beklediler. Ama ne sen geldin, ne de bir haberin..”

“Geldim ya baba, işte bak karşındayım..!”

“Geldin, geldin oğlum fakat…! Ben de kime yanacağımı şaşırdım. O kadıncağıza da hak vermek lazım..”

“Ne oldu baba? Çıldırtma beni, söyle ne olur, başına bir şey mi geldi, öldü mü, kaçırıldı mı?”

“Yok oğlum, başına bir şey gelmedi ama o artık senin karın değil, başkasıyla evlendi. Senden ümidini hiç kesmedi, hep bekledi ama çocuklar büyüdükçe yükü arttı, sonunda kabul etmek zorunda kaldı. Keşke izin vermeseydim. Ama kader böyleymiş..”

Hüseyin Çavuş beyninden vurulmuşa döndü. Duyduklarına inanmak istemedi. Dondu kaldı. Gözleri boşluğa asıldı.. Gözyaşları ılık ılık süzülüyordu yanaklarından..

***

Hüseyin Çavuş’un ikinci eşinden doğan annem, bir Atatürk’le, bir de dedemle gurur duyardı. Bana, Atatürk’ü anlatmasa dedemi anlatır, dedemi anlatmasa Atatürk’ü anlatırdı.

Dünya savaşını yaşamasa bile savaşla geçen acı dolu yılları dedemden dinlemiş, o günleri hayal etmişti. Kendi hayatında ise hem savaş sonrasının getirdiği yokluğu, sefaleti, hem de memleketimiz Hatay’ın Anavatan’dan ayrı kaldığı on dokuz yıllık hasreti yaşamıştı.

Atatürk’ü kaybettikten sonra başlayan İkinci Dünya Savaşı sırasında dedemin ‘inşallah savaşa girmeyiz’ diyerek dışa vurduğu korkularını, annem de kendi benliğinde duyumsamıştı.

Yemen’den şans eseri dönen dedemle, Atatürk’ü, kendi beyninde özdeşleştirmişti annem. Çünkü dedem her fırsatta evde, çarşıda, bağda, bahçede o kadar çok Atatürk’ten söz etmiş, çocuklarına o kadar çok O’nu anlatmıştı ki, annem ikinci baba olarak Atatürk’ü bilmişti. Bu yüzden dedemi anlatırken araya Atatürk’ü, Atatürk’ü anlatırken dedemi sokardı. 

Atatürk’ten söz ederken;

“Memleketimizi kurtarmak için ne zorluklar çekti. Tek başına tüm dünyaya meydan okudu. Allah ondan razı olsun. Bizi düşman elinde bırakmadı” derdi.

Ben, dedemle birlikte Atatürk’ü de tanımıştım, annemin anlattıklarından, hem de daha ilkokula bile başlamadan, elime defter kitap almadan..”

(Dedemin gözyaşları adlı romanımdan..)

***Bu vatan için, bu millet için hayatını hiçe sayarak mücadele eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını hiçbir zaman unutmayacağız. Minnet ve özlemle anıp, ruhları için dua edeceğiz. Allah hepsine rahmet eylesin.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner183